Chacun Son Cinema




Cannes'ın 60. yılı için hazırlanmış bi seçki.. Aslında "Chacun Son Cinema Ou Ce Petit Coup Au Coeur Quand La Lumiere S'eteint Et Que Le Film Commence.." gibi olağanüstü uzun bi ada sahip.. Seçkiyi, 7 haziran '07'de CNBC-e yayımlamıştı (o zamanlar tv izliyordum, eet..), ben de izlerken notlar almıştım..

Bazıları oldukça sıkıcıydı, önce bunlardan başlamak lazım: Nanni Moretti'nin yönettiği Diaro Di Uno Spettatore şüphesiz, samimi olma kaygısıyla çekilmiş olmasına rağmen, serinin en igğrenciydi.. Sürekli kendinden bahsetmesi filan..
Aynı şekilde Jane Campion bölümü The Lady Bug da fazlasıyla iticiydi, Die Verwandlung'u anımsatan yapısı, sonlara doğru iyice farklılaşıp, saçmalıyordu..
Lars von Trier, yine şovunu yapıyor: Ve bu adam, sırf bu tavrı yüzünden git gide katlanılmaz birine dönüşüyor, sevmiyorum.. Ancak cinayet sahnesi, tüm film içindeki en kusursuz çekilmiş sahnelerden biri, birisiydi, hakkını yememek lazım..
Elia Suleiman'ın Irtebak'ı da, Mr. Bean'i fazlasıyla çağrıştırıyordu ki, bu tarz hikayelerin modasının geçtiğini birileri bu adama söylesin..

Vasat olarak nitelenebilecek bölümlerin temel sorunuysa benzer temalar çevresinde dolaşması: Agop Egoyan'ın çektiği bölüm, nedense etkileyici olmuyor, aynı şekilde Dans l'obscurite adlı iki yönetmenin çektiği bölüm de fazlasıyla klişe, müziği ise oldukça başarılı..
Yine benzer temaları işleyen Youssef Chahine'in filmi, Claude Lelouch'un filmi ile, David Cronenberg bölümü de beklenen etkiyi yapmıyor..
Kendini fazla zeki sanan senaryosuyla Olivier Assayas da o kadar etkileyici olamıyor..
Gus Van Sant'ın ilk öpücüğü (filminin Türkçe karşılığı buydu..) ve Roman Polanski'nin erotik sineması (-yine, aynı şekilde filminTürkçe karşılığı buydu..) da o kadar güzel değiller..

Muhteşem olanları da vardı:
Alejandro Gonzalez Inarritu'nun Anna'sı kesinlikle, Babel'den çok daha etkileyici..
Zhang Yimou'nun En Regardant Le Film'i ise o kadar pozitif, o kadar sıcak ki.. O çocuk gibi uykuya dalası geliyor insanın..
Takeshi Kitano'nun bölümüyse, kendine özgü mizahı, göndermeleriyle çok başarılı, genel planları ise muhteşem..
Aki Kaurismaki ve Theo Angelopoulos'sa, yine bildiğimiz gibi..
Abbas Kiarostami'nin Romeo'sunu arayan kadınları'nın (-yine, filmin Türkçe karşılığı buydu..) performansları muhteşem..
Wim Wenders'in kongo'daki barışın ilk yılını görselleştirmesi, insanın için oturuyor..

Ve bence tüm bölümlere bedel iki bölüm vardı:
Amos Gitai'nin Varşova ve Hayfa'nın bombalanmasını muhteşem bi şekilde birleştiren Le Dibbouk De Haifa'sı, inanılmaz görselliğinin yanında, politik sularda dolaşmasıyla da benzersizdi..

Ve Wong Kar Wai'nin orgazm güzelllemesi: I Travelled 9000km To Give It To You.. Aşkın filmini bu adamdan başkası çekmesin.. Hiçbiri onun kadar etkileyici olamıyor çünkü..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.