High Art


'98 yapımı Lisa Cholodenko filmi High Art, adıyla tezat bir gövde gösterisi.. Son derece kof bana kalırsa..

Hikayesi kısaca şöyle: Zamanında oldukça ünlü olan bir fotoğrafçı olan Lucy mesleğe ara vereli bayağı bir olmuştur.. Aradan 10 yıl geçer: Frame adlı derginin yeni terfi alan asistanı da tesadüfen bu fotoğrafçıyla tanışır-
halbuki üst katında oturuyormuş..
Lucy, bir lezbiyen: Sevgilisi Greta ve arkadaşlarıyla beraber yaşıyorlar: '50lerin hipsterları mı, '68lerin hippileri mi, yoksa Andy Warhol'un The Factory'si mi siz karar verin.. Asistan Syd, Lucy'nin çektiği fotoğraflardan etkileniyor ve işyerindekilere ondan bahsediyor, kayıp fotoğrafçı Lucy'ye ulaştıklarını anlayan ekip derhal çalışmak istiyorlar.. Bu sırada Syd ve Lucy (Sid ve Nancy gibi (de..) tınlıyor değil mi bir yandan??) yakınlaşıyorlar ve birlikte şehirden uzaklaşıyorlar.. Bu sırada hem sevişip, hem de fotoğraf çekiyorlar..
Ancak her şey böylesine güzel gitmiyor tabii ki..

Öncelikle Lisa Cholodenko'nun yönetmenlik kariyerinde aldığı mesafeyi görmek açısından film son derece işlevsel: Alterno/bağımsız ortamlardan böylesi konvansiyonel bir noktaya gelebilmesi kendisi adına üzücü mü, sevindirici mi bilemem, ancak hayata bakışında ciddi kırılmaların olduğunu söyleyebilirim..

Bununla birlikte tek unsur dışında filmden keyif alamadım.. O unsursa (izleyenler tahmin etsin..) pek tabii ki Greta rolünde pırıl pırıl parlayan Patricia Clarkson.. Açıkçası ne Syd'in o bön bakışlarından, ne de Breakfast Club'ın Allison'ı Ally Sheedy'nin oyunculuğundan hazzettim.. Diyaloglara girmiyorum, zira bu tür kitsch içerikler ya çok sevilir, ya da nefret edilir: Ben nefret edenlerin tarafındayım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.