DMT: The Spirit Molecule



'10 yapımı Mitch Schultz belgeseli DMT: The Spirit Molecule'ü dün gece izledim.

DMT hakkında çok güçlü bir psychedelic olması dışında neredeyse hiçbir bilgim yoktu. Bunun en önemli sebeplerinden biri de Türkiye'de çok da yaygın olmaması. LSD emdirilmiş kağıtlarının bile havada uçuştuğu bir ülkede yaygın kullanılmaması bunda bir etken sanırım. Bu sene hakkında "derin" bilgilere sahip olduğum DMT hakkında Türkiye'de sadece bir kişi ile konuştum (okuyorsan selam ettim), kendisi bu konuda uzun araştırmalar yapmış durumda. Ben de onun söylediklerinden bolca yeni bilgi edindim-
helsinki'deki insanlar burayı okumuyorlar, okusalar onlar da selam ederdim. Bebeklerim benim.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, fiziksel ya da mental herhangi bir bağımlılık yapmayan DMT, neredeyse dünyanın her yerinde illegal. Bunun sebebini yaşattığı çok güçlü trans-benzeri duygu-durumu olduğunu belirtsek bile, hala tam olarak oturmayan kimi noktalar var. Belgesel de bunun üzerine gidiyor.

Belgesel hakkında konuşmadan önce şunu da belirtmek istiyorum. Belgeseller, uzun süredir çok etkili birer manipülasyon aracı olarak işlev görüyorlar. "Tarafsız" olmasını beklediğiniz (en azından bunu talep etme hakkımızın hala olduğunu düşünen naif kesimdeyim.) işlerin her şeyi kendi istedikleri gibi gösterme becerisi yüzünden ciddi anlamda türe karşı mesafeliyim.  DMT: The Spirit Molecule'ü izlerken de benzer bir hissi içinizde bulmanız mümkün.

Evet, belgesel ciddi anlamda DMT propagandası yapıyor ve bunu bir bilimsel çalışma çerçevesinde işliyor. Konuşan kişiler de çalışmada görev alan bilim insanları ile gönüllüler-
arada birkaç "bağımsız" kişi var. 
Ancak, filmdeki hiç kimse "evet, tribe giriyorsunuz, mantar yutmanın daha fazlası." demiyor, bir spiritüalizmdir almış başını gidiyor. Evet, başlangıçta ilginç olan bu konu uzadıkça, filmin süresinin kısa olmasına rağmen (75') baymaya başlıyor. Hakikaten izlerken çok sıkıldım.

Oysa serotoninin nasıl keşfedildiği, '60lardaki karşı-hareketin neden yavaşça yok olup gittiği, uyuşturucular hakkında bilimsel çalışma yapmanın zorlukları/saygınlığa etkisi gibi çok daha değerli konulara dokunup geçen film, çok daha geniş (ve eminim çok daha etkili) bir tartışma platformu oluşturabilirdi. Şu haliyle, kendi çalıp kendi oynayanlar grubundan fazlası gibi durmuyor zira.

Filmin en güzel yanı duvar kağıdı yapılabilecek görselleri ve elbette ki müzikleri.

*: Bu yazıyı Rihanna - Jump eşliğinde yazdım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.