Das Leben Der Anderen


'06 yapımı Florian Henckel Von Donnersmarck filmi (bundan sonra yazıda bir daha kullanmayı düşünmüyorum adını..) Das Leben Der Anderen, açıkçası çok da tat vermeyen bir film.. Bu tat verememe durumuysa kendi kafasının karışıklığından alıyor..

Filmin dvdsinin arka kapağına bakarsak, şunlar yazıyor: Berlin Duvarı'nın yıkılışından beş yıl önce Demokratik Alman Cumhuriyeti gizli polis örgütü Stasi, sıkı bir kontrol ve gözetleme sistemi uygulamakta "başkalarının hayatları.." hakkında her şeyi bilmektedir.. İşine çok bağlı Stasi polisi ve uzman sorgu yargıcı olan Gerd Wiesler (Ulrich Mühe..), ünlü oyun yazarı Georg Dreyman (Sebastian KOch..) ile ilgili kanıt toplama görevini üstlenir.. Dreyman ve kız arkadaşı Christa-Maria'nın (Martina Gedeck..) sevgi, edebiyat ve özgür düşünceyle dolu dünyasına girdikçe kendi varoluşunun eksik yanlarını fark eder.. Wiesler, Dreyman hakkında edindiği bilgileri saklarsa Stasi'deki kariyeri sona erecek, açıkladığı takdirde ise Dreyman'nın hayatıyla oynamış olacaktır..

Bunu bu şekilde (üşenmeyip..) yazmamın çeşitli sebepleri de var haliyle, öncelikle şunu belirteyim:
"kendi eserini çözümleyen sanatçıdan daha patetik bişii varsa, o da reklam almak için reklam veren ajanstır.."
ug tek, 22.06.'10, twitter..
İlk kısımla alakalı söylemek istediğim şey: Dvd'nin arka kısmındaki yazıyı şirket hazırlasa da didaktik bir şekilde eseri "bu.." şekilde çözümlememizi istiyor, nasıl ki gittiğiniz modern sanat müzelerinde eserlerin yanlarında metrelerce uzunlukta "çözümleme.." yazıları olur ve eserlerin büyük bir çoğunluğu (sırf..) bu yüzden kitleler tarafından "aynı.." şekilde bellenirse, bu film özelinde de aynı yaklaşımı görüyoruz-
bu yönlendirmenin ne kadar tehlikeli, bönleştirici olduğunu başka bir zaman konuşalım yeniden..
Nedir aslında?? Film, Stasi polisinin geçirdiği değişimi açıklamakta zorlandığı için, kendi kendini çözümleme yolunu seçerek (Türkiye'de bunu Orhan Pamuk da yapıyor ve bence son derece gereksiz..) "Dreyman ve kız arkadaşı Christa-Maria'nın sevgi, edebiyat ve özgür düşünceyle dolu dünyasına girdikçe kendi varoluşunun eksik yanlarını fark eder.." buyuruyor.. Stasi polisinin sonat dinlediği, fahişeyle seviştiği, Brecht okuduğu anlar dışında bu dönüşümü destekler herhangi bir donemiz var mı?? Film bunu sunuyor mu?? Hayır.. Ancak, buz gibi açılış sahnesinde görüyoruz ki, Stasi polisimiz işine (devletine..) son derece bağlı bir yapıda, hatta ilk görüşte şüphelendiği Dreyman'ın işbirlikçisi olmakta beis görmüyor?? Açıklaması: Kendi varoluş sıkıntıları.. Yedik biz de zaten..

Açıkçası fecii halde havada kalan bu kısmı açıklamak için ister istemez seyirci olarak inisiyatif kullanmaya başlıyorsunuz.. Kendi teorim şu yönde, Stasi polisimiz "çürümüş..", "kokuşmuş.." herhangi bir kara-filmde rahatlıkla görebileceğiniz klişeler yumağı sistemde "doğru.." kalabilmiş birkaç kişiden biri, birisidir ve umudu temsil etmektedir.. Doğruluğu, doğru yolu bulmasını da sağlıyor ve iki Almanya birleşirken kendisi küçük de olsa bir "başkasının hayatı.."nı kurtarıyor..
İnandırıcı mı?? Değil..
Çünkü filmin Almanyaları kodlayış biçimi de tipik Batı/kapitalist sistemden kaynaklanıyor.. Doğu Almanya'nın o sıralarki yönetimsel katılığını etkili bir şekilde vurgulayan filmin nedense meselenin ekonomik ayağına dair edeceği sözler yok.. Batı özgür, evet buna bir itirazımız yok ve fakat Doğu Almanya neden böylesine totaliter?? Sebeplerini yakın tarih biliyorsanız kendinizin cevaplayabileceği bu soruyu film -ısrarla, es geçerek (bana göre..) manipülatif bir tona kayıyor.. Dönem atmosferi yaratalım evet, ama en azından daha "açıklayıcı.." olabilir sanki..

neysse,, bu kısmı da geçtikten sonra, şuna gelmek istiyorum.. Maria özelinden kadına bakış.. Kara filmlerdeki femme-fatale karakterleri yaratan zihniyetle öteden beri sorunum var, ancak bu filmde de yeri gelmişken belirteyim istedim.. Evet, Maria güvenilmez bir kadın.. Kendi çıkarı doğrultusunda sevgilisini satıp, devletin kucağına oturabilecek bir kadın.. İhbar eden olduğu ortaya çıkınca ve suç delili bulunamayınca da (çift taraflı ihanet..) yine kendini korumak için intihar edebilecek bir kadın.. Gerideyse kendine aşık iki adam ve bir hayran bırakıyor.. Ve biz tüm kötücül kadını Dreyman'ın temize çıkması dolayısıyla unutabiliyoruz.. Zira, beklenen de bu.. Şiddeti eleştirmek için bolca grafik şiddet kullanan, ya da tecavüz eleştirisi yapmak için 9' tecavüz izleten filmlerden hiçbir farkı yok filmin..
Read more

Before Sunrise


[Öncelikle şu Sizden Gelenler seçkisini, yani hepi-topu 20 filmi ihtiva eden seçkiyi ~3 aylık (oha!!) bir sürece yayıp, kendi açımdan kabusa dönüştürdüğüm için kendimi suçlu hissettiğimi belirtmem gerekiyor..]

'95 yapımı Richard Linklater filmi Before Sunrise, açıkçası kafa ütüleyen bir film..
İki genç var, ikisi de aşk ilişkilerinden, onların saçmalığından baymış durumdalar, erkek olan yeni ayrılmışken, kızımız uzun bir süredir yalnız: Trende tanışıyorlar ve bir çılgınlık yapıp, erkeğin Avrupa'daki son gününü birlikte geçirmeye karar veriyorlar.. Birbirlerini tanıyorlar ve aşık oluyorlar..

Oturduğunuz yerden ucuz ve kısa bir Viyana turu yaptıran film, "şehrin de adeta bir karakter olarak kullanıldığı.." filmlerden: '10 yapımı The Tourist'in son (ve kof..) örneği olduğu akımla pek içli dışlı olmasam da, The Tourist'te de gördüğümüz gibi, ne kadar "gerekli.." olduğu tartışmaya son derece açık.. Beri yandansa modasının yavaş yavaş geçtiğini de, daha doğrusu bu film türünün eskidiğini de belirtmek gerekiyor.. Before Sunrise'sa "eski.." bir örnek olması dolayısıyla çoktan klasikleşmiş olarak kabul görse de, bence gayet kötü bir film..

Avrupalı ve Amerikalı iki kişinin aşık olması zamanında bolca başyapıt çıkarmış olsa da, "minimal.." Before Sunrise bu ekolün (kaçınılmaz olarak..) prototipleştirdiği karakter yapısıyla dalga geçtiği tanışma sahnesiyle açılıp, ardından birbirini tanıma-sorgulama-aşk kulvarına geçtiğinde diyaloglar da anlamsızlaşmaya ve o dalga geçtiği prototipleri yeniden inşa etmeye başlıyor.. Filmdeki cümlelerden etkilenip etkilenmemek size kalmış bir şey tabii, ancak bu filmin senaryosunun olay örgüsüne göre değil, diyaloglarda verilmek istenen mesajların sıralandığı bir skeçler bütünü olarak tasarlandığını düşünüyorum ben.. Yoksa gayet yürürken ne diye böylesine "büyük.." cümleler kurma gereği duyar ki bir karakter/film??

Ayrıca filmin ortalarında Celine'in montu bildiğin ortadan yok oluyor.. Ve çekimdeki bu devamlılık hatası beni öylesine etkileniyor ki, (tilt oynanan sahneden itibaren, tee ertesi sabaha kadar..) sadece montun akıbetini düşünür hale geliyorum..

Herkesin aşk filmi kendine.. Benimki böyle olmasın lütfen..
Read more
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.