Prömiyer: Des Morts


Biraz geriye gidelim: Türkiye'de henüz box-office raporlarının dahi tutulmadığı (o yüzden "tüm zamanların" ibareli hiçbir Türk filmi tanıtımına inanmayın), İstanbul Film Festivali'nin kendi başına düzenlenmediği, İstanbul Festivali'nin alt-dalı olarak işgördüğü, yabancı filmlerin ülkemize çok az dağıtıldığı ve dağıtılan filmlerin de tüm entelektüel kesim için heyecan verici bir deneyime dönüştüğü: Bir filmin aylarca tartışıldığı o dönemlerle, günümüzü karşılaştırmak tabii ki abesle iştigal etmek demek: Zira, artık filmler bırakın aylarca konuşulmayı, en fazla bir sonraki haftanın filmleri görücüye çıkana kadar konuşuluyor: Bunu bile başaramayan filmler var..

Bu uzun girizgahı yapma sebebim şu: yucinematek'te şimdiye dek hakkında tek bir Türkçe içerik bulunmayan, dahası dünyada bile çok az sayıda kişiye ulaşmış filmlere yer verdim.. Günümüz sinema dünyası düşünüldüğünde handiyse imkansız bir şey bu: Ancak, kimileri sinema tarihi açısından önemsiz de olsa, Marat/Sade, Flaklypa Grand Prix, Hanuman, Knyaz Vladimir. Film Pervyy ve Graphic Sexual Horror herhangi bir Türkçe yazılı kaynakta adı geçmeyen filmlerdi: Bu prömiyer serisine bugün yeni bir film daha ekleniyor: Des Morts-
saydığım filmlerle ilgili yucinematek'ten daha eski Türkçe kaynak bulursanız belirtin ki, ben de yanlışımı düzelteyim..

Jean-Pol Ferbus, Dominique Garny, Thierry Zeno yönetimindeki '79 yapımı belgesel Des Morts, adından da anlaşılacağı üzere, ölüm üzerine: Of The Dead adıyla da bilin/mey/en film, sadece Amerika'da bir festivalde gösterime girip, sadece Fransa'da genel dağıtım imkanı bulabilmiş..

Aslında ölümden korkan bir insanım, ölme fikrinden ziyade (belki onlarca kez yazdım bunu) aklıma hep şu görüntünün gelmesinden: Ölmüşüm, ancak öldüğümü kimse fark etmiyor: Komşularla ilişkilerim minimum düzeyde olduğu için beni merak etmiyorlar: Günler geçtikçe apartmanda başta anlam veremedikleri kötü bir hissediyorlar: Temizlikçi gelmesine, merdivenleri, merdiven altlarını, asansörü temizlemesine rağmen koku gitmiyor, aksine daha da kesifleşiyor.. Kapım kilitli: Anneme (belki de babama) haber veriyorlar-
annemler gelene kadar çilingir çağırmasalar bari..
Annem (ya da çilingir) kapıyı açıyor, koku yüzünden herkes ağzını burnunu kapıyor, belki öğürenler oluyor aralarında ya da kusanlar: Cesedim çürümeye çoktan başlamış, hatta kurtlanmış bile.. Ağlıyor annem üzerime kapanıp-
görüntü buraya kadar.. Sonrasını düşünemiyorum.. Dahası annemin en azından ben ölene kadar yaşamasını istiyorum..

neysse,, çok dağıldım birden: İşte bu ölüm korkusudur, ölüm fikrinin soğuk yüzüdür: Belgesel sinema tarihinde başka bir eşi olmayan bir şekilde izleyeni ölümle yüzleştiriyor: Öyle filmlerden gördüğümüz gibi de değil: Gerillaların kendilerine isyan eden üyelerini infaz edişlerine, insanların can çekişlerine, ölüm anlarına, otopsilerine, cenaze törenlerine tanıklık ediyoruz: Bu kadarla da sınırlı değil: Kas erimesinden mustarip hastaların ölüme doğru yavaş adımlarla giderken uzuvlarını kaybedişlerini, mumyalanan bebekleri, yakılan cesetleri, belki bir umut diye sıvı azot tanklarında dondurulan bedenleri, annesinin ölüm haberini alıp kardeşiyle buluşmak için bekleyen adamın bıçaklanışının ardından geçirdiği ameliyatı, kurban edilen, gömülen hayvanları izliyoruz..

Evet, film çocuk/gençlere ve izleyemeyeceğini düşünen insanlara göre hiç de uygun değil: Hem fikir, hem de görsel açıdan.. Buna karşın film vaat ettiklerinin fazlasını veriyor: Hatta bence yenilerinin çekilmesini gerektirecek kadar ortaklığa işaret ediyor..

Film, tüm bu ölümleri belgelemek için 3 yönetmene sahip, ki bunlar da çeşitli coğrafyalara dağılarak çekimleri gerçekleştirmişler: Amerika Birleşik Devletleri, Meksika, Belçika, Filipinler, Güney Kore, Nepal'de birden fazla cenaze törenine katılarak birbiriyle alakasız görünen bu yerlerdeki ortaklığa ışık tutuyor: Tayland'dan iki ayrı cenaze töreni izliyoruz: Bir tanesi yerli halkın (dinleri hakkında bilgim yok malesef), bir tanesi de Budistlerin töreni..
İlk cenaze töreninde ölünün bedeni iki gün boyunca evde tutuluyor, ziyaretçiler gelip "ağıt" yakıyor, ilahiler söylüyor, tavuk, domuz gibi hayvanlar kurban ediliyor; ikinci gün gelen konuklara içki dağıtılıyor, üçüncü gün ise naaş toprağa veriliyor: Ancak bu sırada 5 tane inek sol yanlarına yatacak şekilde (bir tanesi sağ tarafına düşünce hemen "doğru" pozisyona getiriyorlar) kurban edilip, orada pişirilip yeniyor, bu sırada khene adı verilen enstrümanlarını çalıyorlar ve naaş gömülüyor, rahip ya da benzeri bir din adamı olmadan.. Mezarın üzerini büyük ağaç dallarıyla kaplıyorlar..
Budist törenindeyse, rahipler hep bir ağızdan ilahiler okuduktan sonra naaş oldukça gösterişli bir katafalka konulup son törenin ardından yakılıyor..

Amerika'da klasik Hıristiyan cenaze töreni (tabut satın almadan, otopsi, naaş hazırlama vs gibi her ayrıntı mevcut), köpeği ölen bir ailenin ona düzenlediği cenaze töreni, kas erimesine sahip hastalarla yapılan görüşmeler, krematoryumda yakılan ve külleri savrulan bir naaş, bir cryonics merkezindeki dondurma yöntemiyle ilgili bilgilere sahip oluyoruz..

Meksika'da ölenlerin ruhunu çağıran bir grupla, annesi öldükten sonra kardeşini beklerken hırsızlık amacıyla 3 kişinin saldırısına uğrayan adamın ameliyatı ve yine aynı hastanede birinin ölüm anını, Filipinlerde tüfekle vurulduktan sonra gömülen asiyi, Nepal'de naaşın yakıldığı bir töreni, Güney Kore'de de yine Tayland'daki Budist törenine oldukça benzeyen başka bir tören izlemekteyiz..

Evet, çok farklı coğrafyalar, ancak her şey birbirine o kadar çok benziyor ki: Başka bir yere uğurlama, cesedi yok etme, saklama gayelerine insanlar binyıllardır içinde yetiştikleri kültürden bağımsız olarak sahipler: Tıpkı doğum gibi, ölümler için de böylesi ritüellerin yapılması ve diller farklı olsa da, söylenen şeylerin aynılığı insanı oldukça düşündürüyor.. Kimisi ölenleri için üzgün seremoniler yaparken, kimilerinin fonu neşeli şarkılar oluyor..
Kimileri hayvanları sırf şov için katlederken, kimileri de ölen köpeği için tabut hazırlıyor-
ki, filmin çok duygusal sahnelerinden..

Beri yandaysa ölümü bilinçli bir şekilde bekleyen hastalar var..
Bünyenizin kaldırabileceğini düşünüyor ve sipariş verdikten sonra 1.5 ay beklemeyi göze alabiliyorsanız izleyin derim.. Ben bayıldım..

*: Filmdeki tek sorun kimi yerlerde (muhtemelen tercüman yokluğundan) İngilizce çevirinin yer almayışı..




2 yorum:

Soubi dedi ki...

Blog'unuzu yeni keşfettim.İsmini duymadığım bir çok filmi burdan duyarak indirip izledim.Sadece film yorumlarınızı çok sevdiğimi belirtmek istedim :) Fransız sinemasına da ağırlık verecek misiniz?

adsiz dedi ki...

korkun mulhollan dr filmindeki sahneyi anımsattı.

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.