Vesikalı Yarim


Ömer Lütfi Akad'ın '68 yapımı filmi Vesikalı Yarim, hiçbir zaman ısınamadığım bir film olagelmiştir: Bunda filmi oldukça geç sayılabilecek bir dönemde izlemiş olmamın payı olsa da, asıl sebep, fazla şerbetlenmiş melodramlardan hoşlanmamam oluşturuyor..

Filmin hikayesi ise şöyle: Halil, evli ve iki çocuk babası olan, babasının manav dükkanında çalışan bir adam: Arkadaşlarıyla bir akşam Beyoğlu'ndaki pavyonlardan birinde kafa dağıtmaya gidiyorlar: Ve arkadaşları geneleve giderken, o pavyonda kalıyor ve karşısına Sabiha çıkıyor: O geceyi birlikte eğlenerek geçiren ikili, birbirini unutamadığı için yeniden karşılaşıyorlar ve birlikte yaşamaya başlıyorlar.. Halil, babasının manav dükkanını bırakarak limon satmaya başlıyor, Sabiha'ysa çalışmayı bırakıyor.. Derken Halil'in aslında evli olduğunu öğreniyor, ancak soramıyor ona.. Ayrılmayı deniyor, olmuyor: Peşine düşüyorlar Sabiha'nın, kavga eden Halil hapse giriyor.. Sabiha yanına gitmiyor, Halil hapisten çıkınca Sabiha'yı pavyondan çıkarken buluyor ve onu bıçaklıyor: Şikayetçi olmayan Sabiha iyileşince Halil'e dönmeye karar veriyor, ancak eski hayatına geri dönen Halil'i görünce bundan vazgeçiyor..

Sait Faik'in öyküsünden Safa Önal'ın fabrikasyon senaryosuna dönüşen filmi Lütfi Akad kurtarıyor bana kalırsa.. Zira kendi başına tanımlanabilecek karakteristik özelliklerine kavuşan Safa Önal kitschi filmin hemen her anında kendini hissettiriyor: Diyaloglardan ve olayların gelişim çizgisinden bahsediyorum: Buna iki başrol oyuncusunun da bol göz süzmeli, abartılı jestlere sırtını yaslamış oyunculuklarını da eklediğimde filmden giderek uzaklaşıyorum-
bir melodramdan çok fazla şey beklemek?? Hayır..
Filmin en güzel yanı, müzikleri ve hakikaten Lütfi Akad'ın özenli yönetimi..

Türe özgü tüm klişeleri bünyesinde barındıran filmin en etkileyici anı, Halil'in eve döndüğü sahne: Kapıyı açan çocuğun şaşkınlıktan neye uğradığını şaşırdığı, "anne babam geldi" deyişi, annesinin koşarak ama onu görünce yavaşlar bir halde karşılaması, tek kelime etmeden içeri girişleri, terliğini kapı eşiğine koyması, yatağını hazırlaması ve "aç mısın??" diye soruşu içimi eziyor..
Beri yanda Sabiha ve Halil'in umutsuz aşkı: Aslında yine en büyük zararı iki kadın görüyor bu aşk üçgeninde: Evli olduğunu saklayan Halil, her şeyi geride bırakıp yeni bir hayat kurmayı deniyor: "Senin peşini bırakmazlar" diye seslendiği Sabiha her şeyi göze almışken, kendi geçmişi Halil'in peşini bırakmıyor: Ve o aşkın bittiğine ikna olduğunda mutsuz da olsa kürkçü dükkanına geri dönüyor.. Aslına bakarsanız, karısını eve kapayıp kendi her boku yiyen erkek tipinden ciddi anlamda nefret ediyorum ve Halil karakterini de bu açıdan son derece ikiyüzlü buluyorum.. Aşık oldu/n belki evet, ama neden evli olduğunu söylemiyorsun be adam da, öyle baygın baygın ("sever gibi yapma artık") bakıyorsun.. Sabiha aşkını kalbine gömüp gidiyor gitmesine de, filmin finalinin evliliği kutsaması da ayrı bir tartışmayı beraberinde getirebilir, de hiç uğraşacak durumda değilim şimdilik..

Takma bıyıklı İzzet Günay'ın, peruklu Türkan Şoray'la imkansız aşkı..



1 yorum:

idi dedi ki...

Türkân Şoray'ın en güzel olduğu filmdir de aynı zamanda.

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.