Kokuhaku


'10 yapımı Tetsuya Nakashima filmi Kokuhaku'yu Toronto Film Festivali'nin programını incelerken keşfetmiş ve o günden beri de yolunu gözler olmuştum.. Sadece tanıtım yazısını okuduğum filme karşı beklentilerim oldukça büyüktü, bunların büyük bir kısmını film tatmin etti, kısmense hayal kırıklığı yarattı..

Dört yaşındaki kızı öldürülen bir öğretmen-annenin intikamını konu alan film hakikaten özellikle de uzun, upuzun prolog bölümü uzun yıllardır izlediğim en başarılı film açılışlarından.. Sınıfta kendini dinletmekte zorlanan ve öğrencileriyle olan ilişkilerine belli bir set çeken öğretmenin itirafları giderek sınıftaki havayı değiştirmeye, şüphelere, tahminlere, gerilime ve en sonunda da korku-paniğe sebep oluyor.. Tek kelimeyle mükemmel olan bu epizot sonrası film dinlenmek için nefes alıyor..

Çeşitli kişilerin "itiraf.."larına ayrılan filmin bu bölümü, ne yazık ki, aleyhine işlemeye başlıyor: Zira film yavaşlıyor, öyle ki başka şeyleri düşünmeye başlıyorsunuz, iki "psikopat.." arasında filizlenen aşka şahit oluyoruz, dünyanın en çekilmez pozitif öğretmenlerinden biri, birisiyle tanışıyoruz (Dead Poets Society parodisi tadı yaratmak mümkün burda..), HIV korkusuyla obsesif-kompulsif bir hikikomoriğe dönüşen gencin annesiyle cinnetini izliyoruz..

Derken derken, film yeni bir atağa geçtiğinde başlangıcındaki zevki vermeye başlıyor: İntikamda ikinci perdeyi izlerken zevkten dört köşe olduğumu itiraf edeyim..

Özünde bir gerilim filmi olmasına rağmen Kokuhaku, Japon toplumuna dair çok şey söylüyor: Öncelikle en sık eleştirdiği mefhum olan "masum çocuk.." imgesinin altını deşmek gerekiyor: Filmin önerisi hakikaten çok vurucu: Bir çocuk bile-isteye cinayet işleyemez mi?? Ona verilen tek cezanın ıslah-evi olması ne kadar doğru??
"Çocuk katil.." imgesine çoğumuz alışık değiliz, dahası böyle bir şeyin olabileceğine de ihtimal verm/ek istem../iyoruz: Filmde 3 tane katil çocuk var: Biri, tüm ailesini yok eden kızımız, diğerleriyse öğretmenin çocuğunu öldüren ve çocuk-katilin katili olan.. Vurucu bir an daha: Kendisinden geriye kalacak tek video-loga "nasıl olsa ceza almayacağım.." diyen bir çocuk..

"Çocukların kendi zehirlerini kendilerinin seçmediğini mi sanıyorsunuz??"
Jean-Paul Sartre, Les Mots..
Filmin tartışmaya açtığı bu nokta, blogun sınırlarını aşıyor, ancak birkaç kelam etmek istiyorum: Çocuklara karşı bakışta batının da doğunun da ortak bir noktası var: Reşit olarak kabul edileceği yaşa kadar çocukları birey olarak kabul etmeyen bu görüş, çocuk cinselliğini de yok sayıyor, bir çocuğun bile-isteye biri, birisini öldürebileceğini de.. Bu primitif bakışı sarsmasıyla bile, film benzersiz bir yapıya kavuşuyor..
"Çocuklarla askerler ölülere hiç aldırmazlar.."
Jean-Paul Sartre, age-
eheh, hep bunu yapmak istemiştim :))

Bunun da ötesinde, filmin aile ilişkileri, Japonya'daki ergenlerin durumu (Amerika-etkisine pek yer vermiyor film..) üzerine de söyleyecekleri var.. Aile ilişkileri kısmını es geçeceğim ancak, herhangi bir medya mecrasında yer alma isteğinin yıkıcı etkileri konusunda film olabildiğince açık olmaya çalışıyor: Durumun vehametini popülerlik üzerinden ele almayan film, meseleyi adeta bir varoluş sancısı/kaygısı bağlamında işlerken hak vermeden duramıyorsunuz.. Tüm bu taptaze sosyolojik tespitleriyle film, sahiden de benzerlerinden birkaç kat gömlek üstte duruyor-
varsın zorlama stilize sahneler çekmeye çalışsın, vasat bir orta bölüm izletsin, hiç de sorun olmuyor..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.