The Ghost Writer


Roman Polanski'nin '10 yapımı filmi The Ghost Writer, türün gereklerini yerine getiren twistli bir politik-gerilim.. Tüm bunlara rağmen, filmi Ewan McGregor yüzünden izledim..

Hikayesiyse kısaca şöyle: Eski İngiliz Başbakanı'nın biyografisini yazmak için "tutulan.." bir önceki ghost writer'ın ölümü üzerine yerine başka bir ghost alınır-
biz ona Ewan diyelim..
Ewan, işe başladığında başbakanlar röportaj yapar, eskizin beğenmediği kısımlarını düzeltmeye başlar, ta ki, başbakanın savaş suçu suçlamasıyla karşı karşıya kalmasına kadar: Bu noktada işini askıya alıp, araştırmalara başlayan Ewan korkunç gerçekleri bir bir öğrenmeye başlar: Ancak teorisi kitap basıldıktan sonra çöker; yeni teoriyse (Sezai Karakoç'un Monna Rosa'nın ilk bölümünde yaptığı gibi..) gizlenmiştir, Ewan bunu öğrenmekte (ve tabii ki cinayete kurban gitmekte..) gecikmez..

Filmin üzerindeki kara buluttan başlamak gerekiyor öncelikle: Çekimleri bittikten sonra Polanski'nin olaylı tutuklanma/yargılanma süreciyle post-prodüksiyonu tehlikeye giren filmi, yönetmen ev hapsinden yöneterek tamamlattığını cümle alem biliyor.. Polanski'nin davasını burada uzun uzadıya tartışacak değilim, ancak mesele sadece "pedofili davası.."ndan daha fazlasına dönüşeli çok oldu.. neysse,, konumuz (da..) bu değil zaten..

Filmin Tony Blair'in alegorisi olması durumu da var: Romanı okumadığım için bilemiyorum ancak, Condoleezza Rice'a varıncaya kadar dönemi handiyse bire-bir yaşatan romanın/filmin takındığı kısmi eleştirel tavır, bir yönüyle yerindeyken, bir yönüyle de fazlasıyla, nasıl desem, bildik.. Tony Blair döneminde iyice ayyuka çıkan İngiltere'deki Amerikan-seviciliği konusunda ülkedeki hemen herkesin söyleyecek bir sözü vardı, bir kısmını buralardan bizim de takip edebildiğimiz: Amerika'nın köpeği olarak görenlerden, Irak'taki işgalin İngiltere'ye (BP'ye..) sağlayacağı yararlara varıncaya değin her şey konuşuluyordu.. Bir kısmı da komplo-sevicilikten beslenen bu nümayişin zeitgeistını iyi yakalayan romanın best-seller olması da şaşırtmıyordur muhtemelen kimseyi..

Peki, Polanski'nin illa ama illa "bu.."nu filme çekmesinin sebepleri üzerine düşündüğümüzde biz de bu komplo-seviciliğin dayanılmaz çekiciliğine kendimizi kaptırmış olur muyuz?? Kısmen.. Filmde İngiltere -bir şekilde, "masum.."luğunu korurken, asıl kötü olarak Amerika'nın gösterilmesine nasıl bakmalıyız?? Bu noktada sadece elimizde finaldeki twist var: Hitler intihar ettikten sonra bile "Hitler ölmemiş olm, Eva'yla birlikte gizleniyorlarmış.." şeklindeki düşüncelerin yayıldığı, dahası kitaplaştığı (bir tane de benim evimde var bunlardan..) politik dünyada, "Tony Amerika ajanıymış olm.."un da belli bir alıcısı vardır.. Ancak, film "asıl.." kötü olarak eşini kodluyor-
tüm film boyu nasıl da "kurban.." gibi bakıyordunuz oysa ona..
Amerika'ya yönelik bu kitlesel tepkiyi kendi lehine kullanıyor Polanski.. Ve açıkçası filmin çekilme öyküsünün çok da masum bulamıyorum bu yüzden..

Film sıkmıyor, Polanski filmlerinde -hep, olduğu gibi, çok iyi bir zamanlama başarısı var, tıkır tıkır işliyor, yönetmenliğinin de hakkını teslim etmek gerekiyor, Ewan'sa muhteşem..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.