D Olayı: Kyûketsuki Hantâ D ve Bloodlust


D, gerçekten ilginç bir olay: 20 romanı, mangası, anime serisi, -şimdilik, 2 filmi, oyunu vs..siyle kendi endüstrisini oluşturmuş, devasa bir proje.. Hakkaten ohaa dedirtiyor..

Filmlerden ilki, Kyuketsuki Hanta D '85 yapımı: Yönetmeni Toyoo Ashida..
Hikayesi şu şekilde: Doris, tıpkı babası gibi bir avcı: Ancak o da babası gibi, daha çok kurt-adamlar konusunda tecrübeli.. Bir akşam bir canavarı (şekil olarak dinozoru andırmasına rağmen, özel bir adı vardır muhakkak..) avladığını düşünen Doris, yanılıyor: Atına saldıran canavar, hayvanı öldürüyor.. Doris, o canavarı öldürdüğündeyse karşısına Kont Magnus çıkıyor ve Doris'i ısırıyor..

Vampire dönüşmek istemeyen Doris, kendisine bir vampir avcısı tutmak için yolda beklerken D'yle karşılaşıyor: D'yi sınayan Doris, onunla Magnus'u öldürmesi karşılığında anlaşma yapıyor.. 10.000 yaşında olan Magnus'sa sıkıntıdan patlayan bir vampir.. Önceki evliliğini de bir insanla yapmış ve sınıf-takıntılı kızı Ramika dünyaya gelmiş..

Olayın duyulmasıyla Doris'in yaşadığı yerde de bir panik havası oluşmaya başlıyor: Kızı karantinaya alma bahanesiyle ölüme terk etmeyi teklif eden mi dersin, markette ürün satmayanı mı: Hepsi var.. D'yse bu sırada Magnus'un şatosuna ulaşmaya çalışıyor: Magnus'un vampirleriyle çatışırken, bir yandan da Doris'le yakınlaşıyor.. Finalde Doris kurtuluyor, ancak aşk filizlenemiyor aralarında..

Çünkü D, bir damphir.. Babası Dracula'nın (karizmaya gel..), bir insanla "çiftleşmesi.."nin meyvesi olduğu için, vampir yanının güçlerinden faydalansa da, insan gibi davranmaya çalışıyor genellikle.. Doris'le yakınlaştıkları sahnede kızın boynuna yapışmak için delice bir istek duysa da, buna engel olabiliyor.. Doris, D'yi o kadar seviyor ki, vampir olmaya bile hazır: Ve fakat, D, buna da karşı çıkıyor..

Diğer filmse, teknik açıdan selefinin çok çok ötesinde olan '00 yapımı Bloodlust: Yönetmeni Yoshiaki Kawajiri..

D, yine bildiğimiz D olsa da, hikayenin çapı bu defa daha genişliyor.. Bir gece Charlotte'u Meier adlı vampir kaçırıyor.. Abisi ve babası hızlı davranıp, hemen bir vampir avcı ekibi tutuyor ve fakat bununla yetinmeyen aile, D'yi de görüşme için çağırıp, onunla da anlaşıyorlar.. Film ilerledikçe Charlotte'un kaçırılmadığını, Meier'a aşık olduğunu, Leila'nın (da..) D'den etkilenmeye başladığını öğreniyoruz.. İki avcı ekibin hem Meier'la, hem de birbirleriyle sürdükleri kovalamaca önce Barbarois'ya, sonrasındaysa Carmilla'nın şatosuna uğruyor.. Film, mutlu bir finalle biterken, dostluk kazanıyor..

İki filmde de göze ilk, D'nin abartılı imajı ortak nokta olarak göze çarpıyor: D'yi ilk gördüğünüz andan itibaren işlemeye başlayan bu süreç, bir zaman sonra baymaya başlıyor.. Vampire Hunter serisinin yaratıcı Hideyuki Kikuchi belki karakterine alter egosunu alabildiğince boca etmiş olabilir, ancak, sırf onun karizmasını olumlatmak için hikayeye eklemlendiği belli olan bölümlerin (özellikle ikinci filmdeki at alma sahnesi..) zorlama yapısı, karakteri karizmatik göstermek yerine iticileştiriyor..

Filmlerin üstteki maddeyle birlikte değerlendirilebilecek başka bir handikabı da, diyalogların berbat ötesi hali: Doğrudan D'yle alakası olmayan olaylarda dahi bir şekilde D'den bahsedilmesi de filmleri işitsel açıdan zor bir tecrübeye dönüştürüyor-
neysse,, ki süper müzikleri var :))

İlk film Kyuketsuki Hanta D'nin Ramika özelinden sınıf mevzularına girip birkaç kelam etme çabasını yorumlamak, filmin yapısı düşünüldüğünde öküz altında buzağı aramakla eşdeğer olsa da, Ramika'nın da damphir olması sebebiyle sonuca ulaşabilir gibime geliyor: Zira, gerçek kabak gibi ortada olmasına rağmen, bunun inkar edilmesinin koruduğu bir kendilik algısını Ramika'yla paylaşan kişiler var: Aklıma ilk, Norma Desmond geliyor tabii ki, Magda Goebbels örneğini de (Hitler'e olan korkunç hayranlığını dışarıda bırakarak..) verebiliriz..

İkinci filmdeyse, öne çıkan tema aşk olduğu için, aşk her şeyi (özellikle de parayı..) yener teması öne çıkıyor: Meier'ın Charlotte'u korumak için güneş varken arabadan indiği sahnede bu zirve yapıyor..

Bloodlust'taki yönetmen tercihlerini de sorgulamak gerekiyor diğer yandan: Evet, teknik açıdan kusursuz, ancak sahneler insanın üzerine öyle bir geliyor ki, tüm bu grotesk tavır yormaya başlıyor-
tıpkı The Cell'de olduğu gibi: O filmde elinin/görüntü yönetiminin ayarını bir türlü tutturamayan Tarsem, sonuçta son derece kitsch bir yapı ortaya çıkarmıştı-
sonraki filminde toparladı tabii..
Yanisi: Etkileyici sinemasal anlar yaratmak bir meziyet, ancak içeriği taşıyamacak kadar zorlama olduğunda sonuç beklenildiği gibi olmuyor..

İlk filminse böyle bir problemi yok: Karanlık temasını şov yapmadan usul usul anlatıyor..

D'nin arada kalmışlığı filme aslında oldukça verimli bir alan açabilecek potansiyele sahip olsa da, sol elinin söyledikleri, ikinci filmde Carmilla birkaç repliği, kararını vermiş ve kendince bir çözüm bulmuş olması sebebiyle sonuçsuz kalıyor.. Oysa kimlik üzerine görkemli bir film çıkabilirdi-
kaçırılan fırsat diyelim..

'85 versiyonunun çok daha iyi olduğu bir proje Vampire Hunter D.. Yeni filmlerinde daha iyi olmasını bekliyorum..

*: Bu arada anlaşılmaz bir biçimde, filmlerin Japonca ve İngilizce kurguları birbirinden (başka yönetmenlere teslim edilecek kadar..) farklı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.