Dancer In The Dark (ve biraz da Stroszek..)


Gore/işkence pornosu seçkisinde Dancer In The Dark'ın ne işi olabilir?? Cinayet sahnesi yüzünden değil tabii ki: Asıl sebep filmin duygusal bir porno olmasından kaynaklanıyor.. Seçkiye ayrı bir tat ve doku katacağını düşündüğüm için yer veriyorum..
Stroszek'in ne işi var peki?? Onu da karşılaştırmalı okuma yapmak için seçtim, zira, iki film de benzer tema/lar üzerine odaklanıyor, ama bir porno değil.. O zaman başlayalım-
o değil de ne yavşak bir giriş yaptım..

Öhm, '00 yapımı Lars von Trier filmi Dancer In The Dark'ı ilk izlediğimde I've Seen It All bölümünde ve filmin sonunda delicesine ağladığımı bilirim.. Ancak von Trier'e karşı olan önyargılı tutumum ve o zamanlar Björk'ten ciddi anlamda nefret edişim filmi sevmemi engellemişti, ki, Trier(ve filmleriy..)'le kurulan bu bipolar bağı aslında seviyorum: Hem elinizin altında olmasını istiyorsunuz, hem de kötü muamele etmeyi seviyorsunuz-
trier'in seyircisiyle kurduğu ilişki de haliyle böyle olduğu için arada oluşan efendi-köle/sadist-mazoşist denge gayet tatminkar bir boyut kazanabiliyor: Her iki taraf için de.. Hem iki taraf da biliyor ki, bu ilişki taraflardan biri, birisi ölene kadar devam edecek.. Açıkçası Trier'in bu yönden provokatif olması hoşuma bile gidiyor diyebilirim kendi adıma..

neysse,, film: Genetik miras yüzünden kör olacağını bilen Selma, çocuğunu da alıp Çekoslovakya'dan Amerika'ya göçüyor: Komünist olan Selma, çocuğunu ameliyat ettirmek için para biriktiriyor, çok çalışıyor ve fakat finansal bir krize giren komşuları onun parasını çalıp olayı farklı aksettirdiği için Selma suçlu duruma düşüp, idam ediliyor..

Müzikal türünü ters-yüz eden film, sırf bu yönüyle bile takdiri hak ederken, kantarın topuzunu kaçırıp, duygusal açıdan seyircisini öyle istismar etmeye hevesli ki bildiğin pornoya dönüşüyor-
diğer Trier filmleri gibi-
çoğu türk filmi gibi..

Bir de Stroszek var: Açıkçası Stroszek'i seçme sebebim, iki Avrupalı karakterin Amerika tecrübelerinin aynı sona ulaşması..

'77 yapımı Werner Herzog başyapıtlarından Stroszek'te hapisten çıkan Bruno, fahişe bir arkadaşıyla birlikte Amerika'ya para kazanmaya gidiyor: Tıpkı Selma gibi prefabrik bir evde kalan Bruno, Amerikan Rüyası'nın öyle filmlerdeki gibi olmadığını tecrübe edip, finalde intihar ederken, fahişe arkadaşı Eva, Amerika'da nasıl "ayakta.." kalınacağını öğrendiğinden mutlu sona ulaşabiliyordu..

Evet, Amerikan Rüyasını yerle bir eden sadece bu filmler değil, ama Selma'nın idamının aslında bir intihar oluşuyla, Bruno'nun intiharı birbirine çok yakınsıyor: Selma Bill'e söz verdiği için mahkemede sessiz kalırken, Bruno da benzer bir sebeple "tutunamıyor.."

Ancak iki filmin de ayrıldıkları nokta var, o da tutturdukları duygusal tonlar: Dancer In The Dark ele aldığı meselesini ne kadar sulandırıyorsa, Stroszek o kadar mesafeli durmayı başarabiliyor: Buna da tercih ya da meziyet diyebiliriz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.