37°2 Le Matin


Philippe Djian romanından uyarlanan filmin cidden hiçbi anlamı yok benim için: Bildiğin vakit kaybı.. Bi çiftimiz var, tanışıyorlar, sevişiyorlar, sonra kızımız (ki, Betty..) adamın yanına taşınıyor ve fakat adamın patronu Betty'nin orada kalması için ikisinin de çalışması gerektiğini söylüyor ve boyaya başlıyorlar.. Betty'nin çabasıyla oradan kurtuluyorlar ve arkadaşının otelinde kalmaya başlayıp, orada şahane vakit geçiriyorlar.. Betty, Zorg'un yazdığı kitabı daktilo ediyor ve yayınevlerine postalıyor, ama aşağılayıcı bi üslupla ret cevapları geliyor, bunlardan bi tanesini okuyan Betty, mektubu yazan kişiyi yaralıyor ve hapse girmekten başka bi yazar olma hevesi kırılan polis sayesinde kurtuluyorlar-
polis karakterlerinin öyküyü/filmi desteklemek için yaratılmış olmaları fikri fecii derecede demode olduğu için, filmi gülünçleştirmekten başka bi işe yaramıyorlar..

neysse,, süre ilerledikçe (ki, bu cidden sandığınız kadar kolay olmuyor..) Betty, deliriyor ve tek gözünü çıkarıyor, hastaneye yatırılıyor, "Josephine.." onu öldürüyor ve 2. romanını yazmaya devam ediyo filan..

Karakterlerini sever gibi görünen filmin, aslında onları "ilginç, di mi??" şeklinde pazarladığını düşündüm açıkçası.. Derin görünmek için çabalarken, küvette boğulan bi film bu..

*: Başlıktaki (ve burdaki..) ° işaretini copy-paste marifetiyle yaptım :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.