Armadillo


'10 yapımı Janus Metz Pedersen belgeseli Armadillo'yu tarif etmek için aklıma ilk "Cannibal Holocaust'un gerçeği.." geldi.. Her ne kadar bu belgeseli tanımlamasa da, malum sahnesi yüzünden son derece "cuk.." bir tabir..

Afganistan'da görev alan Danimarkalı askerlerin 6 ayına göz gezdiren belgesel, çok şey olmaya çalışan yapısıyla fazlasıyla yalpalıyor: Adım adım gidelim, öncesi ve sonrasıyla bu 6 ayı "belgeleme.." amacıyla yolan çıkan yapım, ilkin kararı açıklıyor, sonrasında bir ay gerisine uzanıp askerlerin "sıkıntıdan ölmüş.." hallerine bakıp, veda partilerine geçiyoruz, striptizcilerin eşlik ettiği bu partiden sonra, sıra dram faslına geliyor: Ailelerle vedalaşma..
Sonra askerlik günleri, ilk gün tecrübesizlikleri, çatışma, aradan geçen zaman, patlamalar, yaralanan ve ölen askerler, porno izlemeler, savaş oyunları oynamalar vs derken, asıl çatışmaya dahil oluyoruz, öldürülen militanlar derken görece-mutlu bir final akabinde, ailelerle karşılaşma, oraya -yeniden, dönecek ya da dönmeyecek veya kararsızları görmemizle film noktalanıyor..

Kağıt üzerinde gayet güzel görünen bir serim-düğüm-çözümü olan "senaryo..", perdede o kadar iyi işlemiyor ne yazık ki: Zira fazlasıyla dramatize edilmiş, basbayağı mizansen hazırlanmış "sahne.."leri görünce (ışık kullanımına hiç değinmek bile istemiyorum..), olayın gerçekliğinden kopup, "kurgu.." izliyormuşsunuz hissine kapılıyorsunuz ve bu yabancılaşma hissi belgesele zarar vermeye başlıyor: Stilize görüntüler ve bir melodramdan hiç de aşağı kalır yanı olmayan müzik kullanımıyla belgesel kurguyla iç içe geçince "gerçek.." olduğunu bildiğiniz çatışma sahnelerinde bile, herhangi bir şey hissedemiyorsunuz-
"e aynı Saving Private Ryan.." şeklinde özetlenebilecek bu durum bana göre filmin etki gücünü oldukça aşağıya çekiyor..

Diğer bir konuysa (hakkında soruşturma da açılan..) askerlerin ihlalleri: Askerlerin kendilerini savunmalarına bakılırsa gayet haklılar: Eh, "bağımsız.." soruşturmadan da aklandıklarına göre bu konuda yapılabilecek pek fazla bir şey yok, ancak belgeselin "Cannibal Holocaust.."laştığı nokta da tam olarak burası: Blog sınırlarını aşacak belki ancak bu konuda bir şeyler söylemek istiyorum..

Cannibal Holocaust'taki "ceset.." görüntülerinin inandırıcılığı karşısında film hakkında soruşturmalar açılmış, film onlarca ülkede yasaklanmış haldeydi.. İçeriğindeki hayvan öldürme görüntülerinden ziyade grafik şiddeti yüzünden eleştirilen film, tüm bu etkenler sayesinde büyük bir külte dönüştü dönüşmesine de, filmin anlatmak istediği dert de arada kaynadı.. Hah, işte Cannibal Holocaust'un eleştirdiği "belgeselci.."ler, sanki paralel evrenlerinden çıkıp (da..) gelmişler ve bizim için Armadillo'yu çekmişler: Filmde insanların yaralanmasına ve dahi öldürülmesine "bizzat.." tanıklık ediyoruz (görüp görmememiz bir şeyi değiştirmiyor..), yetmiyor (ironiye bakın ki..) Cannibal Holocaust'ta ortalığı ayağa kaldıran grafik "ceset.." görüntülerinin gerçeğini Armadillo bize son derece davetkar bir biçimde sunuyor-
hem de birkaç tane..

Filmin birden snuff-pornoya dönüşmesi karşısında kendimi kötü hissediyorum, ancak bu his gerçekliğin verdiği katıksız bir his değil, daha ziyade gerçeğin böylesi pornolaşmasının verdiği tiksinti: Haber bültenlerindeki ölü/m-öldürme görüntülerinin sürekli yer işgal etmesinin (ve belli bir yerden sonra duyarsızlaşmayı da beraberinde getirmesinin..) asıl sebebi bu: Snuffa duyulan özlem-
sözlük'te uzunca değinmiştim..

Toparlayayım: Bu cesetlerin gösterilmesindeki asıl amaç belgelemek değil, gerçekliğin pornosunu yapmak olduğu için Armadillo'yu etik açıdan son derece sorunlu buluyorum.. Ve bu tavrı beni oldukça rahatsız ediyor..


1 yorum:

hollowlife dedi ki...

Filmi, Cannibal Holocaust'a benzetmenin nedeni, ikisinde de ceset görünmesi ise çok duygusal bir yaklaşım olmuş. Cannibal Holocaust'ta, sanırım, zevk için eziyet yapılıyordu ve gerçek değildi. Bunlar, "düşman zayiatı" olarak Nato'nun onaylamış olduğu cesetler. Sonuçta bu bir belgesel, ne kadar çirkin olsa da bunları göstermeyi seçmiş yönetmen. Zaten cesetler, çok fazla da suistimal edilmemiş filmde. Çok uzun süre gösterilmemiş en azından. Operasyonun bir parçası olarak, cesetler kontrol edilir zaten. Bir harita, liste gibi belge çıkabilir üstlerinden diye. Silahlara el konulur yada imha edilir.

İşin hassasiyetine girip cesetlerin yüzlerini kapatılabilirdi. Ki; tercümanların veya görüşmeye gelen yerli amcaların yüzleri, güvenlik açısından kapatılmıştı diye hatırlıyorum.

Aynı türde bir restrepo var. "biz size demokrasi getirdik ama siz bize kötü davranıyorsunuz" deme yanlışına düşmüş, restrepo. İşin içine amerika/amerikalı girince böyle oluyor demek ki.

Haklarında açılan dava hakkında; böyle şeyler oluyor, evet. Çatışmaya girmiş bir askerden çok fazla "sağ duyu" bekleyemezsin. Birebir çatıştığı insana yapılanın haricinde çocuk-kadına yada suçsuz birine yapılanlar var. Bence, buna en çok dikkat eden kuzey avrupalılar. Çünkü bir de, yavaşlamak-durmamak için çocuk ezen amerikalılar var. Sonuç olarak, bu savaşın çirkin yüzü, güzel bir yüzü olduğunu da sanmıyorum. Orada kim olursa olsun nispeten aynı tepkiyi verirdi. Tabii ki doğru değil ama gerçek bu.

Lafın kısası; uluslararası bir Nato kampı iyi betimlenmiş. Yani 'belgesel' olarak yapması gerekeni yapmış. Sadece cesetlere takılmanı anlayamadım ama herkesin bakış açısı farklı. Ben operasyonların işlenişini çok ilginç buldum. Aynı şekilde operasyon yapıyor olsaydık, bu kadar gencimizi toprağa veriyor olmazdık diye düşündüm, tüm belgesel boyunca.

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.