Año Bisiesto


'10 yapımı Michael Rowe filmi Ano Bisiesto'yu aylardır büyük bir merak ve dahası istekle bekliyordum, festivalde yer aldığını duyunca mutluluktan ağlayacak noktaya gelmiştim, bugün öğlen izledim ve beklentilerimi hiç de boş çıkarmadı.. Hastası oldum..

Hikayesi kısaca şöyle: Laura, freelance olarak bir dergide çalışan yalnız yaşayan bir kadın, düzensiz, tek gecelikler yaşıyor, günleri çoğunlukla evde geçiyor.. Derken Arturo'yla seks odaklı bir ilişkisi başlıyor, ve Laura giderek hiçliğin kapısına geliyor..

Daha açılış sahnesinde ne denli "ağır.." dram olacağını belli ediyor film: Laura markette bir çocuktan etkileniyor, çocuk onu görmüyor bile.. Sonrasında biz de, Laura'yla birlikte eve kapanıyoruz.. Komşuları dikizliyoruz, iş yetiştiriyoruz, konserve yemek tüketip, tüylerimizi alıyoruz, süslenip "adsız.." birilerini yatağımıza alıyoruz, o gidiyor, evi topluyoruz, telefonda konuşuyoruz, kardeşimiz geliyor, onunla geziyoruz, işten kovuluyoruz, bir başkasını daha alıp eve geliyoruz..

Öncelikle filmin senaristleri, Michael Rowe ve Lucia Carreras'ı tebrik etmek gerekiyor, zira ortaya inanılmaz bir iş çıkarmaktalar, durağanlığın içine öylesine nüanslar yerleştirmişler ki, film dakikalar ilerledikçe seyirciye de kıymıklarını batırıyor: Arturo'nun getirdiği tek çikolatanın folyosunu düzleştirip, çerçeveye asıp, o geldiğinde kaldırmanın vereceği "seni öylesine önemsiyorum ki, önemsemiyormuş gibi yapmaktan başka çarem yok çaresizliği.."ni gördüğümde içimde bir yerler kanamaya başlıyor-
aslında hiç arkadaşı olmamasına rağmen, seviştikten sonra komşularıyla çok yakınlarmış gibi bahsetmesi her ne kadar güvenlikle alakalı gibi görünse de, güçlü olmak için uydurulmuş bir şey..

Güçlü olmak (ya da görünmek..): Laura, belki bütün hücrelerinde zayıf olduğunu biliyor, ancak yattığı erkeklere içini açsa da, kalbini hiçbir şekilde açmıyor: Onlar hiçbir şey söylemeden gittiklerinde, ya da yanında sevgililerini aradıklarında tepki vermiyor, dahası onlarla (şimdi ya da sonra..) iletişim kurma gibi bir çabaya bile girmiyor-
bir kere girdi gerçi: Öpmeye çalıştı bir çocuğu, o ise öpmedi..

Tavizsiz hali, Arturo sonrasında kırılıyor ama: O geldiğinde hazır hale geçmesi öylesine "normal.." ki, tokatlanmayı, boğazlanmayı, üzerine işenmeyi, kemerle dövülmeyi ve dahi öldürülmeyi bile istiyor.. Laura'nın kabuğu öylesine kalın ki, adeta bir zırh, bdsm "numaraları.." açabiliyor ancak.. Yaşamına son vermek için Arturo'ya söylediği sözler, La Pianiste'te Erika'nın Walter'a açılırken söylediklerinden çok ama çok daha ağır.. Çok daha büyük bir kabullenmeyi (istek diyemedim..) işaret ediyor çünkü..

Fiziksel acı da işe yaramıyor ne yazık ki: Onunsa istediği sadece bir ilişkiydi..

Film, eğer Laura'nın ölümüyle bitseydi, hayatımın filmi olabilirdi, ancak yine de bir umut bırakıyor Michael Rowe.. Güneşli bir takvim yaprağında..

2 yorum:

Adsız dedi ki...

ah yaa!! neden adam gelmedi ki? filmin bütün bağlamı o yüzden kaydı bence...Lauranın kendini ve yaşamını değersiz hissetmesinin, kendisine yönelen şiddeti "gerçek"ilişki olarak yorumlamasının ve bundan zevk duyup, sonuna kadar götürmek istemesinin nedeni; geçmişinde yaşadığı ve işkencecisine dahi anlatmak istemediği(büyük olasılıkla istismar, koltukta konuşuyorlar bu konuyu)bir olaya bağlanıveriyor..yine de giriş ve gelişme iyiydi...yorumlama pek cesur değil...komşusunu çiçekleri sularken görür ve hayatta küçük ama yaşamaya değer şeyler olduğunun, travmasının bilincine varır, güneşli günlere kucak açar...şu herif gelip laura'yı parçalasaydı; işte o zaman sosyal çevrenin bize dayattığı yaşantıları red etme özgürlüğünü yüceltmiş olabilirdi. Gerçek aşkı kendi katilinde bulmak gayet olası bence...ya da tropikal bir yere gitmek...

Adsız dedi ki...

ya ne kabuğu, ne tavizsizliği. bildiğin ümitsiz bu kadın.

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.