Enter The Void


[Her ne kadar İstanbul Film Festivali bünyesinde izlediğim/-eceğim filmleri festival sonrasında yazacak olsam da, bu filme Noe filmografisi açısından bi kıyak yaptım..]

Dün gece Noe'nin sunumuyla ve fecii psychedelic açılış jeneriğiyle başlayan Enter The Void, öncelikle çok uzun: 2.5 saat süren film, kurgusu her ne kadar mükemmel olsa da, haliyle zaman zaman tökezliyor.. Ama Noe'nin en başarılı/ii filmi olduğunu da söylemem gerekiyor: Zira, dramıyla handiyse göz yaşartan film, Noe'nin seksist tutumundan nasibini alıyor almasına da, bu defa o kadar sorgulamayacağım..

Film, bi abi-kardeşin konuşmasıyla açılıyor: Oscar ve Linda.. İkisi de henüz çok küçükken anne ve babasını kaybeden bu kardeşler, birbirlerinden hiç ayrılmayacaklarına dair söz veriyorlar birbirlerine ve fakat işler bekledikleri gibi gitmiyor: Linda'yla ayrı yetiştirme yurtlarına gönderilen Oscar, Tokyo'ya gidiyor ve orada uyuşturucu satıcılığı işine başlıyor.. Para biriktirdiğinde Linda'yı da yanına alan Oscar, iş ortaklarından Victor'un annesiyle yatıyor.. Bunu öğrenen Victor, bi akşam Oscar'ı Void adlı bara çağırıyor: Oscar bara gittiğinde polisler geliyor, çünkü Victor onu ihbar ediyor ve Oscar vurulup, ölüyor..

Oscar'ın ölümüyle "Gaspar Noe stili The Lovely Bones.." ya da "Gaspar Noe stili Ghost.." tandansı yakalayan film, bunu da Alex'in verdiği kitapla Budizm'e bağlıyor, ve fakat bu sadece bi trük: Ölüm anında geçmişin gözler önünden geçmesini flashbackle, ölüm anını bad triple bağdaştıran Noe, ölüm sonrasını mistisizme bağlıyor gibi görünse de, aslında kardeşine söz verdiği için "gidemeyen.." Oscar'ın kardeşini "gözetlemesi.."nin, kardeşine yaşam kaynağı olduğunu söylüyor: Zira, bi çatıda Linda "eğer Oscar'ın gittiğini hissetsem intihar ederim.." diyor..

Ve bu "kardeşlik.." bağını, Noe, şimdiye kadar hiçbi filminde olmadığı kadar "ince.." bi şekilde enseste bağlıyor: Hatta öyle ki, filmdeki bu örtük ensest ilişki, aklıma doğrudan (ve sadece..) Sartre başyapıtlarından L'age De Raison'daki Boris ve Ivich'i getiriyor.. Sartre da, kitabında iki kardeş arasındaki ilişkiyi ensest olarak kodlamaz, sadece hissettirirken, Noe de aynısını, ufak ve yumuşacık dokunuşlarla yapıyor..

Ve meme: Bu noktada Freud'dan ziyade Melanie Klein'a yakın duran Noe, ii meme ve kötü meme olarak iki anneyi izletiyor bize: Oscar'ın annesiyle, Victor'un annesi: Mükemmel geçişlerle birbirine karışan bu iki imgenin, dahası Oscar'ın Linda'yla olan ilişkisinin psikolojiye sürekli atıflar yapması (özellikle de oral/anal-saldırganlığa..) filmi çok başka noktalara götürüyor.. Linda'nın anneliği reddedişinin akabinde, başka bi erkekle anneliği seçmesi de paradokstan ziyade, Noe'nin dünyaya bakışıyla alakalı-
seksist şey, hıh..

Filmin anlatım stili sadece birinci ağızdan olduğu için, kamera da ona göre davranıyor haliyle, zaman zaman (kamera Oscar'ı arkadan takip ettiğinde özellikle..) belgesel-vari bi ton kazanmasına (bi de Sant başyapıtlarından Elephant'ı hatırlatmasına, eheh..) rağmen, genel olarak fecii orijinal olmuş: Efektlerin yarıp geçtiği filmden gözleri ayırmak mümkün olmuyor.. Bu açıdan süfer, ve fakat hayalet Oscar'ın bi mekandan başka bi mekana gidişleri bi zaman sonra sıkmaya başlıyor.. Ve filme en çok zararı da bu anlar veriyor, her ne kadar kamera açıları olağanüstü olsa da..

Filmin ilk bölümündeki trip sahneleri olağanüstü, Oscar'ın ayna karşısına geçtiği sahne de teknik açıdan mükemmel olmuş.. Noe'nin stil ve yönetmenlik konusunda oldukça yol kat ettiğini de gördük, hikaye anlatıcılığında da: Güzel bi iş Enter The Void..

Gelelim Noe'nin söylediklerine: Öncelikle kendisini dünya gözüyle gördük, ona fecii sevinmekteyim.. Sakal bırakmış ve azıcık da kilo almış.. Bunun dışında, filmi 20 yıl önce oluşturmaya başladığını ve fakat yapımcı bulmakta zorlandığını ve ancak şimdi hayata geçirebildiğini söyledi.. Ayrıca, filmin kurgusu hala tamamlanabilmiş diil: Cannes'da bitmemiş haliyle gösterilen filmin "son.." hali bu sanıyordum ve fakat, kendisi Japonya'da farklı bi versiyonun gösterildiğini söyleyince bi tuhaf oldum.. Finaldeki doğum sahnesindeki kişinin Linda diil, Oscar'ın annesi olduğunu (da..) belirtmeden geçemedi kendisi..

1 yorum:

Bugra dedi ki...

muhteşem çekimler, harika kurgu, ister istemez sıkan süresi ve grafikleriyle benim hayatımda izlediğime en çok sevindiğim film. millete izletmek için elimden geleni yapıyorum, fakat benim gibi garip filmler izleyen birinin çevresindekiler de bi o kadar normal filmler izliyor. bu filmi izleyen herkes, etrafındakilere bu filmi zorla izletmelidir. gerçekten filmden sonra 2, 5 hatta 10 gün sonra bile üzerinizdeki ''kamyon'' etkisi geçmeyebiliyor.

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.