Yol


'82 yapımı Şerif Gören ve Yılmaz Güney filmi Yol, Cannes'da aldığı Altın Palmiye'yle Türkiye açısından oldukça gurur verici olsa da, kendi ülkesinde ancak 17 yıl sonra gösterim şansı bulabilmiş ancak..

Hikayesi ise şöyle: İmralı'da bulunan mahkumlardan bazıları 1 haftalığına izin kullanma hakkı kazanmışlardır ve film de bu bir grup insanı takip eder: Seyit Ali köyüne döndüğünde karısının evi terk ettiğini, fahişe olduğunu ve kendi ailesinin onu 8 aydır ahırda tuttuğunu öğrendikten sonra oraya gitmek üzere yeniden yola çıkar.. Amacı karısının donarak ölmesidir, ancak kadın donmaya başladığında buna dayanamaz, engellemek ister ama yapabileceği bir şey yoktur..
Mehmet ise kayınçosuyla çıktığı bir hırsızlık olayında korkup kaçtığı için kayınçosunun ölümüne sebep olduğundan eşinin ailesi tarafından hiç de hoş karşılanmaz, ancak eşi ve çocuğuyla birlikte kaçarlar: Uzun zamandır birbirine hasret kalan ikili tren tuvaletinde sevişmek isterken yolcular tarafından lince uğrarlar, birkaç saat sonra da karısının (başka bir) kardeşi ikisini de vurur..
Ömer köyüne döndüğünde bir kızdan etkilenir.. Kız da ondan.. Birbirleriyle nişanlanırlar, aslında adam evlenmek istemez, ardında "dul bir avrat" bırakmaz istemez.. Abisi askerle çatışması dolayısıyla öldürülür, cesedi köye getirilir, tanımazlıktan gelir/ler, kardeşinin karısına ölüm haberini verdikten sonra "artık ben senin kocanım, biliyorsun töre böyle" der..

Film birbirinden çok farklı noktalara savrulan bu hayatları paralel kurguyla son derece etkili bir biçimde sunuyor, Yılmaz Güney'in ayrıntılı gözlem gücü ve Şerif Gören'in kamerası üzerinde yükseliyor..
Her ne kadar farklı uçlara savrulsalar da, aslında üç karakter de aynı: Düşündükleri şeyleri yapamıyorlar: Mehmet, uzun bir süre çevresini kandırmış bir karakter: Kendi yalanına kendisi de inanmak istiyor ancak, bunu başaramıyor: Gerçeği söyledikten sonra bir dönüşüm geçiriyor haliyle: Eşine bu gerçeği söylediğinde eşinin onunla gelmeyeceğini düşünüyoruz, ancak kadın kaçıyor.. Buradaki "korkaklık" vurgusu Mehmet'in içinde yaşadığı toplum kuralları gereği kabul edilebilir şeyler değil, ancak beri yandaysa her şeyi göze alıp gerçeği söyleyen bir adam var..

Seyit ise -yine, töre gereği eşini "öldürmesi gerektiği"nin farkında: Ancak aklının karmakarışık olduğunu daha Mehmet'e danışırken anlıyoruz: Donma pahasına yola çıkıyor, eşine dokunmadan son isteklerini yerine getirilmesini sağlıyor ve incecik bir şalla onu yola çıkarıyor.. Çelişkisiz görünen yüzü Zine'nin ayaklarının donmaya başlamasıyla düşüyor, sırtına alsa da elleri donan Zine yere kapanıyor.. Uyumaması için gerektiğinde kemerle dövse de, başaramıyor-
şerif Sezer'in oyunculuğu süper bu arada..

Üzeri örtük anlatılan bir hikaye Ömer'inki: Darbe sonrası, Kenan Evren posterleri her yerde ve abisinin her an ölümle karşı karşıya geleceğinin farkında: Tüm aile farkında.. Köye uzaktaki silah sesleri geliyor.. Birileri çatışıyor.. Basit eşkıya olayları deyip geçebiliriz belki ancak, daha fazlası var sanki: Adı geçmese de organize bir grup var: Ve tüm köyün üzerine çöreklenmiş gergin bekleyişin sona erdiği anda kimsenin ölüleri tanımıyormuş gibi yapmasının akabinde, Ömer atına binerek yola çıkıyor: Burada bir soru karşıma çıkıyor: Peki nereye gidiyor?? Cezaevine mi, yoksa sınırı geçmeye mi??
Film buna cevap vermiyor ancak, bence sınırı geçmek üzere yola çıkıyor..
Burada herhangi bir propaganda filan yok: Film sadece durum tespiti yapıyor bana kalırsa: Her zaman Kürtlere yönelik uygulanan devlet baskının '80 darbesiyle birlikte iyice şirazeden çıkıp devlet terörüne dönüşmesi karşısında "dağa çıkan" Kürt realitesini ortaya koyuyor Yol..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.