Her Şeyiyle La Pianiste #2



"Piyano öğretmeni Erika Kohut, annesiyle birlikte yaşadığı eve kasırga gibi daldı.. Erika bazen olağanüstü hareket ettiği için annesi kızına "kasırgam" derdi.. O günkü niyeti annesine görünmemek olan Erika, otuzlu yaşlarının sonlarını sürmekte olan bir kadındı.. Annesi ise neredeyse onun büyükannesi olacak yaştaydı.. Erika, zorlu yılların ardından dünyaya gelmiş, babası ise sırasını hemen Erika'ya devrederek sahneden çekilmişti.. Anlayacağınız, Erika gelmiş, babası gitmişti.. O günkü hızlı hareketinin nedeniyse, zorunluluktu; sonbahar yaprakları gibi hızla kapıdan içeri girmişti ve görünmeden odasına ulaşmanın derdindeydi.. Oysa anne, tüm heybetiyle Erika'nın yoluna dikilmişti bile; devletin ve ailenin oy birliğiyle, hem engizisyoncu hem de idam mangası sıfatıyla kızını sorgulayacak ve infaz edecekti.. Erika'nın evin yolunu neden bu kadar geç bulduğunu öğrenmek istiyordu.. Son öğrencinin, Erika'nın alaylarını yüklenerek süklüm püklüm evine gitmesinden beri nedereyse üç saat geçmişti.. Nerede olduğunu öğrenemeyeceğimi sanıyorsun herhalde, Erika.. Yalan söylediği için sözüne inanılmayan bir çocuk bile hesap vermelidir anneye, hem de kendiliğinden.. Bak, anne bekliyor seni: Bir, iki, üç, Erika.."

Böyle başlıyor Die Klavierspielerin, sonra akıyor, akıyor, yüksek bir noktadan dökülüyor.. Film de orijin olarak kendine bu sayfaları alıyor, sonrasını biliyoruz: Anne kızının, Erika'nın, geç gelmesinin sebebinin pahalı bir elbise olduğunu öğreniyor-
giyilmeden yırtılan -daha: Birbirine giriyorlar, anne duygu sömürüsü yapıyor, kızı ağlıyor, kızgınlığını unutup annesinden özür diliyor.. Anne de yumuşuyor.. Sarılıyorlar: Anne kahve yapmayı teklif ediyor.. Birlikte uyuyor anne-kız: Aynı yatakta..

Açılıştaki bu sahne, her şeyi özetliyor: Annesinin gölgesinde yaşayan bir kadın: Kızını -"kendi" izin verdiği anlar dışında, gölgesinden bir an bile çıkarmak istemeyen bir anne: Her ikisi de patlamaya her an hazır: Anne koruma kılıfına saklarken sadizmini, kızı kendini ifade etmek için saldırıyor..  Biliyorlar ama, bir yandan: Kendilerinden başka kimseleri yok.. Baba/kocayı akıl hastanesi-bakım evi karışımı bir yere bıraktıktan sonra sadece kendi başlarınalar, kaldılar: Komşuları yok, zaten istemiyorlar: Erika'nın arkadaşları pek az, anneyse yapayalnız.. Tek hayalleri yeni bir eve taşınmak -ücretinin büyük bir bölümünü Erika'nın ödediği.. Zaruri ihtiyaçlar dışındakiler yasak: Erika yine de buluyor bir yolunu -zaman zaman.. Varoşlardaki ucuz peep-showlar, açık sinemalar/parklar.. 

Bana göre sinema tarihinin en iyi/ayrıntılı işlenmiş s&m portresiyle karşı karşıyayız.. Eylemleri belki "tuhaf" geliyor Erika'nın, ancak öylesine gerçek ki, bir noktadan sonra biyopsi seansındaymışsınız gibi hissediyorsunuz: Erika'dan alınan parça/lar patolojiye gönderilip inceleniyor: Filmin/kitabın beni en çok etkileyen yönü de tam olarak bu-
filmi/kitabı başyapıt seviyesine yükselten de: Benzer bir hissi de Ingmar Bergman'ın Persona'sında yaşıyorum: Elisabeth Vogler karakteri de bana göre sinema tarihinin en iyi/ayrıntılı işlenmiş narsisist portresi..

Nasıl oluyor (da oluyor) peki?? Elfriede Jelinek'in konuşmaktan pek de hazzetmediği otobiyografik öğeleri var kitabın: Benzer şekilde babasını akıl hastanesinde kaybetmiş, piyano eğitimi almış yazarın -en azından, karaktere yaratım sürecinde kendi hayatından bir şeyler kattığını düşünebiliriz: Ancak s&m konusuna asla girmiyor Jelinek-
ben de girecek değilim..

Her kitap uyarlamasında adet olduğu üzere kitap ve film arasındaki farklılıklardan da bahsedelim biraz: Kitapta yer alan bazı kısımlar (Erika'nın annesiyle gittiği tatil, metrodaki davranışları vs..) filmde yer almıyorlar: Tatil kısmının çıkarılması bana kalırsa son derece iyi olmuş, zira kitapta da (kuzenle deneyimlenen ufak bir an dışında) pek de bir anlam ifade etmiyor.. Metroda yaşanan bölümler filmde yer alabilirdi..
 Erika'nın ellerinin parçalanmasına sebep olduğu öğrencisinin (ve annesinin) filmdeki rolü artırılmış: Tenor çocuk ise kitapta yer almıyor..
Walter Klemmer hakkında daha fazla bilgiye sahip oluyoruz kitapta: Ancak kitapta zaten Erika'nın öğrencisi olarak tanıtılan Walter, filmde Erika'yla sonradan tanışıp okula kaydoluyor.. Beri yandan kendisi buz hokeyi oynamıyor, kürek çekiyor.. Ve Erika'ya karşı o kadar da "aşık" değil: Elde edememenin güdüsüyle harekete geçiyor..
Bunlar dışında aslına oldukça sadık bir uyarlama La Pianiste.. Kullanılan müzikler bile kitapta geçen müzikler.. 

Haneke ve Huppert'i ilk kez bir araya getiren film sonrasında, ikili iki filmde (Le Temps Du Loup ve '12 gibi izleyeceğimiz Amour) daha bir araya geldiler: Bununla birlikte Haneke, daha Funny Games zamanından beri Huppert'le çalışmak istiyormuş: Funny Games için Huppert'e teklif götüren Haneke, reddedilince Susanne Lothar'la çalışmış-
ki, kendisi La Pianiste'teki diğer anne..
Isabelle Huppert, Funny Games'teki rolü filmi çok teorik bulduğu (insanların ekrandaki şiddeti deneyimlemesi) için reddetmiş.. Acaba o oynasaydı nasıl olurdu, diye düşünmeden edemiyor insan..

2 yorum:

İnsan olun biraz... dedi ki...

Cin-mandiran nedir ? Orada olan yucitek siz misiniz ? Tekrar yazılarınızı okumak için google'a yucitek yazıp farklı bir tumblr ile karşılaştım ?

yucitek dedi ki...

cin-mandarin benim diğer blogum: fetiş/bdsm ve teşhir üzerine..

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.