Melancholia



Lars von Trier'nin '11 yapımı kişisel-kıyamet filmi Melancholia'yı dün Filmekimi kapsamında izledik.. Öncelikle belirtmem gerekiyor ki, yönetmenin mainstreame en çok yaklaştığı film olmuş: Öyle ki,  bir von Trier filmi gibi bile durmuyor kimi zaman.. Ancak yönetmen de bunun farkında olmalı ki, kendine has stilini zaman zaman ortaya seriyor..

Filmin hikayesi iki kız-kardeş üzerinde yükseliyor: Justine ve Claire.. Justine düğününde müstakbel eşinden ayrılan, Claire ise düzenli bir evliliğe/hayata sahip bir kadın: Claire Justine'in düğününü de organize eden bir Bree Van de Kamp adeta.. Bu sıralarda Melancholia adlı bir gezegenin Dünya'nın yakınından geçeceği hesaplanmakta.. Fakat hesaplamalarda yanlışlık yapıldığı ortaya çıkınca işler değişiyor ve gezegen Dünya'ya çarpıyor..

Filmin ikinci bölümü son derece "güzel"ken, ilk bölümü için aynı şeyi söyleyemeyeceğim malesef: Zira, tipik von Trier trükleri karşılıyor bizi: Mükemmel bir erkek ve "sorunlu" bir kadın figürleri, hemen her von Trier filminde olduğu gibi karşımızda dikilmekteler: Hatta, kadın düğün gecesinde, bir başkasıyla sevişiyor, "mükemmel" olmaktan başka bir kusuru olmayan kocayı, metin yazarlığından direktörlüğe terfi ettiği işini filan: Umursamıyor.. Film son derece hesapçı bir şekilde tanı koymuyor Justine'in durumuna.. Sebebiyse basit, kılıf bulmak.. Neden Justine "böyle" davranıyor?? Çünkü psikolojik sorunları var.. Pek süpermiş sahiden..

İkinci bölümde film adeta şaha kalkıyor, hatta itiraf etmeliyim ki, ilk defa bir von Trier filmine sempati duydum.. Koşullar değişince adeta kobaylaşıyor öncesini bildiğimiz insanlar.. Son derece sakin davranan iki insanın (Claire ve koca) çok farklı uçlara savrulması, hatta ilk intihar edenin "erkek" olması von Trier'in ufaktan değişmeye başladığının habercisi olabilir mi: Dahası Justine'in böylesine sakin kalabilmesi de şaşırtan başka bir unsur: Zira, von Trier'den tam tersi bir konumlama beklerdik.. Filmlerin sonunda görmeye alıştığımız ve fakat şaşırtmayan twisti, von Trier filmografisine atıyor gibi iddialı bir noktaya da çekmek mümkün bunu..

Beri yandan, oldukça sıkıcı bir burjuva eleştirisi de var filmin: İlk bölümdeki anne (Charlotte Rampling ne süper)  tüm o devasa burjuva setinin (18 delikli golf sahası -19 numarayı fark ettiniz umarım) ortasında adeta yürüyen bir saatli bomba gibi dolaşıyor.. Claire'se tipik, fazlasıyla tipik bir karakter.. Burjuva zevkleri öylesine klişe ki, kıyamet anında terasta şarap içmeyi istiyor: Justine'in söylemi taşı gediğine koysa da, yıllar öncesinde çekilmiş çok daha iyi söylemlere sahip bir dolu film varken, olabildiğince kitschleştirdiği bu dünyayı eleştirmesi "e yani.."den fazla bir anlam ifade etmiyor benim için..

Aynı sorun filmin açılış bölümünde de var: Antichrist'ın estetik açıdan zirvesi olan açılış bölümünde uyguladığı taktiği aynen Melancholia'ya da uygulaması başta "ohaa çok güzel.." dedirtse de, çok kısa bir süre sonra sıkmaya başlıyor, tablo gibi görüntüler filan ama, hepsi de bu.. Filmin tema müziği de son derece başarısız bana kalırsa.. Antichrist'ta öykünmeye başladığı Tarkovski evreni/estetiğini bu filmde de görmek de baymaya başladı ayrıca..

neysse,, çok dağıldım -yine.. von Trier'in kariyerinin en farklı filmi Melancholia.. Herkesin kıyameti kendine..


1 yorum:

Adsız dedi ki...

sadece Justine'in neden öyle davrandığına dair küçük bir yorum; böyle davranmasının sebebi bence psikolojik sorunları olması değil, onun böyle biri olması. bu şekilde varolmuş olması. insanların elde etmek için kastığı birçok şey, kariyer, iyi bir eş..vs onu tatmin etmiyor. onu mutlu etmiyor, yetmiyor. tabi normal bir insanın bunlara sahipken mutlu olmasını beklerim, değilse hastadır işte dersen o başka:)
beni aşan birçok metafora rağmen sevdim ben filmi..

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.