The Hurt Locker


[Geriden gelmek..]

Kathryn Bigelow'un '08 yapımı mocku-drama/belgeseli The Hurt Locker, etrafında özellikle kazandığı Oscarlar ve Bigelow'un konuşması sonrasında ciddi bir tartışmanın fitilini ateşlemiş, yaptığının saçmalık olduğundan dem vuranlar kadar, destekçi de bulabilmişti kendisine..

neysse,, özetleyeyim önce bi konusu, sonrasında sinema ve ideoloji/propaganda konusuna gireriz az bir şey..
Irak'ta bomba imha ekibindeyiz: Ölen bomba uzmanının yerine yeni atanan James, tarzıyla diğerlerinden farklıdır: Adeta "ölümle dans eden.." (saçma edebi betimleme kullanma arzusuna yeniliyorum zaman zaman..) James, inisiyatif kullanmadaki ısrarıyla bombaları bir bir imha ederken, zaman zaman kötü sonuçlar da alabilmektedir.. Ekibinden, sivillerden kayıpları gördükçe psikolojisi bozulsa da, o bir asker ya da filmin kendi terminolojisiyle söylersek, bağımlıdır..

Hurt Locker, konjonktürden bağımsız değerlendirildiğinde son derece başarılı bir film.. Zaman zaman adeta gerilla bir ton kazanan görsel stili, belgesel gibi akması, hepsinden de öte savaşı boşverip, ortaya çıkarmaya çalıştığı kişisel portresiyle ilgiyi hak ediyor.. Yavaş yavaş açalım: Klasik-sinemanın estetik tercihlerine birkaç sahne dışında pek yüz vermeyen film, görsel açıdan son derece etkili anlar yakalıyor, Bigelow'un kamerası bu açıdan başarılı bir iş çıkarıyor.. Belgesel gibi akmasıysa filmin derdi bağlamında yerinde bir tercih, film epik ya da lirik olmaya çalışmıyor.. Derdi bağlamında dedik, James'in portresi: Aslında son derece itici ve tam bir Amerikalı olan James, filmin açılış notunda dediği gibi ("savaş bir uyuşturucudur..") bir bağımlı: Tüm o klişe kişilik özelliklerini bir kenara bırakıp bağımlılığı üzerine konuşursak eğer, bombalar onun için tatmin aracı: Çocuğunun bile bir önemi yok..

Hurt Locker'ı, Bigelow'un Oscar'da yaptığı konuşmanın bir uzantısı olarak değerlendirmek de mümkün pek tabii: Buradan da filmin trüklerine gelebiliriz: Ve hemen ilk olarak, açılıştaki notuyla "hayır, bakın benim filmimin cümlesi bu, ben bunun üzerine yoğunlaşıyorum.." demesini not ettikten sonra, Irak işgaline dair tek bir kelime etmemesinin kabul edilebilir olup olmadığını sorgulama dışında, Iraklı çocuklarla iletişime girip, onların ölümüne üzülebilmeleri, aslında kimseye zarar vermediklerini aksine, Iraklı direnişçilerden halkı koruduklarını filan söylemeye çalışmakla değerlendirebiliriz: Filmin Irak savaşının başlangıcına dair herhangi bir yorum yapmasını talep etmek şu noktada gereksiz, zira filmin derdi bu değil.. Iraklı çocuğu politik açıdan soyutlarsak eğer, filmin draması için kullanılan bir yan öğe, ancak öylesine klişe ki, politik uzantısına girmeden daha, senaryoda aslında hiçbir işlevi olmadığını belirtmek gerekiyor..
Ve Iraklı direnişçiler konusu: Film tehlikeli sularda asıl burada yüzmeye başlıyor ve bana sorarsanız, Hurt Locker'ın en kabul edilemez kısımları da buradan filizleniyor.. Zira, direnişçilere bakışı öylesine düz ki, hepsi birer düşman: Hem askerlere, hem de sivillere.. Devletlerin terör tanımlarını kendilerine göre yaptıkları aşikar da, Hurt Locker'ın devlet politikasını böyle kör parmağım gözüne şeklinde örneklendirmesi, dahası buna alet olması benim sinirlerimi zıplatan tek noktası.. Çünkü bombalı eylemcilere dair tek bir bilgi kırıntısı vermeyen film, onları direkt olarak kötü kodluyor ve bu hamlesiyle işgal eden-direnen karşıtlığını öylesine bulanıklaştırıyor ki film tek taraflı bakış açısı fazlasıyla rahatsız ediyor.. Bu açıdan da Amerikan milliyetçiliği yapan onca 3. sınıf filmlerden ya da Roland Emmerich filmlerinden pek de bir farkı kalmıyor..

Teknik açıdan başarılı dedik, direnişçileri tek kelime ettirmiyor dedik demesine de Jeremy Renner konusuna hiç girmedik: Yidiğim: Yiğidim: Ahah, şaka bir yana, filmi sırtlayan yegane şey de kendisi.. Eğer rolünü bu kadar iyi oynamasaydı filmden nefret ederdim muhtemelen.. Saving Private Ryan'ın bile o antolojik açılış sahnesinden sonrasını izlemeye dayanamamış biri, birisi olarak bu filmi bana 3 kez izletmeyi başaran kendisine selamlarımı yolluyorum-
bunu okuyosan benimsin olm..

Propaganda dedik: En klişe cümleyi yazarsam: Sinema propaganda için en etkili yollardan.. Amerikan sineması da bu konuda giderek uzmanlaşıyor haliyle: Direkt mesajlar, yerini alegorilere, onlarsa daha alt-mesajlara, onlar da daha da gizil yöntemlere bırakalı çok oldu.. Yeni yöntemler bulmada sıkıntı çekilmeyeceği de aşikar.. Hurt Locker, doğrudan propaganda yapmıyor belki, evet, hatta direnişçiler üzerine söz söylemesine de gerek olmadığını söyleyip, işin Amerika tarafından bakıyor diyebiliriz.. Ya da Eastwood banalliğindeki gibi, "diğer cepheden..", Iraklı direnişçiler hakkında bir film de karşılayabilir bizi.. Dahası Bigelow o konuşmayı da yapmayabilirdi, o zaman da filminin teknik başarısının tadını çıkarabilir, bu tür mevzular da çok konuşulmazdı.. Bana göre demokrasi, onlara göre işgal.. Bakış açısı yahut acısı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.