Fight Club


David Fincher yönetmenliğindeki '99 yapımı Fight Club'ı birden fazla şekilde değerlendirmek mümkün..

Hikayesi kısaca şöyle: Anlatı çeşitli psikolojik destek gruplarının toplantılarına giden bir "turist..", ancak bununla birlikte insomniadan da mustarip, dahası kastrasyon endişesi duyan bir dissosiyatif.. Uyku problemini tam da çözmüşken, hayatına giren Marla, dünyasını adeta alt-üst ediyor: Ve her şey de bundan sonra başlıyor: Tyler’la "tanışan.." Anlatıcı’nın evinde bir patlama meydana geliyor, Tyler’ın izbe evine taşınıyor, Marla ve Tyler sorunlarıyla boğuşurken dövüş kulübünü kuruyor/lar bir yandan da.. Ve işler büyürken, Anlatıcı, önce dissosiyatif olduğunun farkına varıyor, sonrasında da bazı önlemler almaya çalışıyor, ama ne fayda..

Evet, zamanında kendine bolca hayran toplamış ve topladığı hayranlarını sürekli artıran Fight Club, bir fenomene dönüşmekte gecikmedi.. Başta da değindiğim gibi, birden fazla şekilde değerlendirilebilecek filmi, bir devrim öyküsü olarak görmek kadar, beri yandan "zararsız.." olarak nitelemek de pekala mümkün.. Görsel açıdan da oldukça oyuncaklı akan ve hikayesiyle adeta bütünleşen filmin asıl işleviyse toplumsal açıdan supap işlevi görmesi..

Biraz daha açalım: Hayatındaki tüm "amaç.."larından vazgeçip, o çok sevdiği mobilyalarını bile patlatan Anlatıcı, bastırdığı her şeyini içine boca ettiği Tyler aracılığıyla kendi gerçekliğini inşa ediyor.. Uzun bir süre bundan memnun olan Anlatıcı, bir zaman sonra işlerin kontrolden çıkmasıyla bundan vazgeçip, polise dahi gidiyor, Marla'yı korumak istiyor: Ancak Tyler hala ondan "bağımsız.." olduğu için başarısız oluyor, ta ki aralarındaki dinamiği çözene kadar.. Oyunun kurallarını öğrenen Anlatıcı, Tyler'dan kurtulup Marla'yla birlikte kendini feda ediyor.. Ve fakat -şimdilik, dissosiyatif kişilik bozukluğunu bir kenara bırakırsak, Tyler, daha çok reklam dünyasının kodlarıyla var olan ve oyununu buna göre oynayan bir karakter..
Reklamların en sık kullandığı temaların başında gelen "özgürlük.." mefhumunun ucunu Diesel "Be Stupid.." sloganıyla bir adım daha öteye taşısa da, reklamlarda kullanılan "özgürlük.."ün sözlük anlamına tekabül etmediğinin hepimiz farkındayız: Ancak sistemdeki (çok küçük..) çıkıntılıkların (göndermeli-oldu bu kısım..) ürün satışını artırdığının farkına varan kitsch dünyanın yaratıcıları bunu kullanırken ölçülü olmaya da olanca gayret ediyorlar.. Mevzuya geri döndüğümüzde Tyler'ın vaat ettiği özgürlük de bundan pek farklı değil açıkçası.. Mayhem'in eylemleri bu açıdan rahatlıkla değerlendirilebilir: Sıra son plana geldiğinde Anlatıcı'nın var gücüyle bunu engellemeye çalışması da bu yüzden: Reklamlardaki "özgürlük.." zımnidir ve hiçbir zaman da "gerçek.." bir özgürlüğü sunmazlar, Anlatıcı'ysa buna ulaşmak için yola çıkmasına rağmen, bilinçli bir şekilde karşı da çıkmaya da çalışıyor.. Ve orta-yolu bulan bir final izliyoruz..

Filmin tüketim kültürü üzerine söyleyecek pek çok sözü var, eh, bunların birçoğunun da hedeflerini bulduğunu söyleyebiliriz, adeta kendi müritlerini yaratan IKEA, Starbucks ve diğer kendi marka-toplumunu üretmeyi başarmış firmalar özelinden, iyi bir işe/kartvizite, tarz ve markalı kıyafetler giymekten, televizyona biat etmeye varıncağa değin pek çok "şey.." bu mesaj kaygısından nasibini alıyor: En büyük payıysa bankalar alıyor haliyle: Simgesel anlamda kapitalizmin simgesi olan gökdelenlerin yıkılmasıyla yeni bir "dünya geleceği.."nin bizi karşılayacağı aşikar-
filmdeki gibi flashback esprisi yapmak istedim bu noktada..
Da işte, film tüm bu meselesinin altını ne kadar dolduruyor?? Ya da şöyle soralım?? Bu film gerçekten bir devrim öyküsü mü, yoksa kopyanın-kopyasının-kopyası hayatlar yaşayan "uyuşuk.." bireyler için bir fantazma mı?? Hepimizin birer Anlatıcı olduğunun gayet farkında olan filmin üstündeki ironi sosu bence en çok Tyler'ın "beni yaratan sensin: Biraz sorumluluk al.." cümlesinde kendisini gösteriyor.. Çünkü bir noktadan sonra alter olan kontrolden çıkmaya başlıyor: Bastırılan tüm duygular (ki, eşcinsel okuması da var bunun daha..) vücut bulmaya başladığında, gerçekleştiğinde onu yaratanın bizzat kendisi korkmaya başlıyor: Kendisinden.. Ne yapacağını bildiği için önlemini alıyor, başlangıçta gayet memnun olduğu Mayhem eylemlerine silah karışınca korkuyor, ancak bir insan öldüğünde artık bir şeyler yapması gerektiğini fark ediyor.. Sancılı geçen kabullenme süreci, kendi kültünü inşa ediyor: Dövüş Kulübü'nü, ya da, "kabul edilebilir.." sınırlardaki sistem eleştirisini..

Dövüş Kulübü'nün ilk kuralının ondan bahsedilmemesi ama ne gam?? Bizzat Tyler franchising dağıtmaya, kendi ordusunu kurmaya başlıyor: Kurduğu ordunun gayet faşist bir yapılanmayı andırması vakit bulundukça didiklenebilir ancak, dövüş özelinden konuşabiliriz biraz: Karşımızda gayet homoerotik bir dünya var.. Anlatıcı'nın Tyler'la olan ilişkisinin barındırdığı örtük eşcinsellik de fazlasıyla tanıdık.. Tabii bir de kastrasyon konusu var: Kazınan saçlar, dökülen dişler gibi simgelerde izini sürmek mümkün olduğu.. Ve tabii gerçek bir erkek olma isteği (kendi inkarıyla birlikte..) de var..

Sonuç olarak etkili bir hikaye kuran film, tüketim kültürünün emniyet supaplarından birine dönüşüyor: Ya da şöyle diyelim: Herkesin Tyler'ı ve özyıkım öyküsü kendine..

1 yorum:

Adsız dedi ki...

http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=86401

diosun yani. olsun yine de "filler" kısımlardan alınan zevk yeterli fc'ı gelmiş geçmiş en iyi filmlerden biri yapmaya.

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
 
Creative Commons License
This work is licensed under a Creative Commons Attribution-NoDerivs 3.0 Unported License.